İşte Independent Türkçe yazarı Abdurrahman Raşid’in kaleme aldığı ‘Gazze ve Beyrut’tan çıkış senaryosu’ başlıklı o yazısı;
Hamas, Filistin-İsrail çatışmasının tarihinde istisnai bir durum değil.
Operasyonlar yarıştırılacak olsaydı, diğer Filistinli örgütler Hamas’tan önce gelirdi.
Zira azımsanamayacak büyüklükteki operasyonlarıyla kendi dönemlerini şaşırtmışlardı.
Aradaki fark, o zamanlar kayıt araçlarının sınırlı olması ve medya kuruluşlarının pencerelerinin kapalı olmasıydı.
Lideri ‘Ebu Nidal’ın ismiyle bilinen ‘Fetih Devrimci Konseyi’, 20 ülkede 2 bine yakın insanı öldürmüş, uçak ve gemileri kaçırmış ve siyasilere suikast düzenlemişti.
George Habaş’ın liderlik ettiği bir diğer sol grup olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) de büyük operasyonlar gerçekleştirmiş, bunlardan en meşhuru, Viyana’daki Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) toplantısında petrol bakanlarının rehin alınıp uçakla Cezayir’e kaçırılması olmuştu.
Başka bir eylemde ise Amman Havalimanı’nda üç uçak aynı anda patlatılmıştı.
Ebu Nidal ve FHKC Suriye ve Irak’ta silinip giderken, Fetih Hareketi Filistin topraklarında varlığını devam ettirip buraya yerleşmeye başlamıştı. Hareketi ve silahlı faaliyetleri ulusal bir siyasi projenin parçasıydı.
Ebu Nidal’a gelince, sonu Irak Baası’nın silahı olarak bitmişti. Habaş ise Suriye Baası’na tabiydi.
Hamas 7 Ekim’deki büyük saldırılardan yakasını kurtaramayabilir. Hareketin liderliğinin saldırı planını onayladığında bunun farkında olduğunu sanıyorum.
Çünkü çatışma genellikle kayıplar dengesine göre yönetilir. Geçmişte Hamas’ın savaşmak için eğitilmiş gönüllüleri yok değildi, ancak eylem yapanların sayısı iki elin parmaklarını geçmiyordu.
Denge, her iki tarafın da katlandığı ve kabul ettiği çatışmanın hesaplarının bir parçasıydı.
Aynı şekilde İsrail, birçok küçük çatışmaya rağmen, Hizbullah’a sadece hemen hemen 10 yılda bir, insan ve silah kapasitesinin kendisi için bir tehdit oluşturduğunu düşündüğünde saldırıyor.
Silahlı milisler çatışmanın aşamalarını belirlemez ve dünya çapında ne kadar yankı uyandırırsa uyandırsınlar hızla unutulurlar.
Fetih liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) sürgünde yaşadığı dönemde Filistin Yönetimi, siyasi, askeri ve toplumsal olarak Filistin işlerini yönetiyordu.
Beyrut’tan çıkarıldıktan sonra Madrid Konferansı aracılığıyla geri dönmüş ve ardından Oslo Anlaşmaları ile vadedilen toprağı Batı Şeria’da meşru bir otoriteye dönüşmüştü.
Bugün şu iki şeyi isteyen Filistinliler için Yönetim umut olabilir; zor günlük yaşam koşullarını atlatmak ve bağımsız bir Filistin devleti kurmak.
İsrailliler, Filistin Yönetimi’nin sorumluluğunu yerine getiremeyeceği, baştaki ‘Ebu Mazen’ ve arkadaşlarının yaşlandığı ve örgütün eski üst düzey liderleri kadar yetkin olmadığı bahanesiyle buna karşı çıkıyorlar.
Buna karşılık biz de İsrail’in Rabin gibi tarihi liderlerden yoksun olduğunu söyleyebiliriz.
Mevcut Başbakan Netanyahu, birçok İsrailli tarafından yozlaşmış, fırsatçı ve daha önceki çabaların hiçbirinde barışa ortak olmamış bir şahsiyet olarak görülüyor.
Netanyahu paçasını hapisten kurtarmak için partideki rakipleri ve yoldaşlarıyla çatışma içinde yaşıyor.
Bölge büyüyüp genişleme ihtimali olan son derece tehlikeli bir krizle karşı karşıya.
Gazze’nin yanı sıra tahribat Batı Şeria’ya kadar uzanabilir, Lübnan’da savaş çıkabilir ve yangın coğrafi olarak bunun da ötesine sıçrayıp uzun bir süre devam edebilir.
Ben bu savaş ile Şaron’un Londra’daki İsrail büyükelçisine suikast girişimi sonrasında Beyrut’u işgal ettiği 1982 Beyrut savaşı arasında bir benzerlik görüyorum.
İşin ironik yanı, fail ‘Ebu Nidal’ grubundandı ve Şam suçlanıyordu. Ancak bunun bedelini ödeyen, İsraillilerin Tunus, Sudan ve Yemen’e gitmek zorunda bıraktığı FKÖ oldu.
Pratikte silahlı bir mücadele hareketi olarak Fetih sona erdi.
İsrail’in operasyonları ve açıklamaları, Mısır üzerinden Gazze Şeridi’nden çıkarılmaları da dahil olmak üzere örgütten ve Hamas militanlarının çoğundan kurtulmayı planladığını gösteriyor.
Kuzeyde Hizbullah’ın savaşa karışması pek mümkün görünmüyor. Çünkü bu, İsrail ordusunun güney Lübnan’a geri dönmesi anlamına gelir.
Hizbullah gücünün kırılmasının, askeri ve siyasi açıdan kendisi için daha önemli hale gelen Suriye’deki konumunu zayıflatacağının ve Lübnan üzerindeki kontrolünü tamamen kaybetmesine yol açabileceğinin farkında.
Geriye dönüp soralım:
Hamas bu büyük saldırıyı -ya da bazılarının deyimiyle ‘İsrail’in 11 Eylül’ü’- neden gerçekleştirdi?
Bu toplu bir intihar mı, yoksa güç dengesi çıkmazının çözümü mü?
El-Kaide üyeleri, saldırılarının ardından Afganistan devletini yöneten bir örgüt olmaktan çıkıp mağaralarda yaşamaya başlamış ve Bin Ladin’in sonu saklandığı Pakistan’da gelirken çocukları da İran’a sığınmıştı.
Ancak El Kaide ile Hamas farklı; El Kaide’nin amacı hilafet devletiyken ve bunun tarihi bir hayal olup modern çağda yeri yokken, Filistin projesi gerçektir ve bunun hakkında büyük bir umut var.
Ancak II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın ardından Churchill’in Birleşmiş Milletler’de (BM) söylediği gibi bir fırsatla karşı karşıyayız:
Krizlerin boşa gitmesine izin vermeyin.
Hamas bu yolu seçti.
İsrail, Gazze’nin gerçekliğini güç kullanarak değiştirmeye ve Hamas’ı sona erdirmeye karar verdi.
Her iki taraf da çatışmayı çözemeyecek.
Hamas Filistin’i planörleriyle özgürleştiremeyeceği gibi, Netanyahu da Filistinlilerin kendi devletlerini kurma kararlılığını yok edemeyecek.