Welcome to Our Website

İTO/Avdagiç: Şirket kredi kartlarının limit ve taksitleri artırılmalı

İstanbul’da 750 bin firmanın üyesi olduğu İTO’nun, başkanı Şekib Avdagiç, ekonomi gündemini değerlendirdi. Avdagiç, şirketlerin kullandığı kredi kartlarındaki taksit ve limitlerin revize edilmesi gerekliliği, reeskont kredilerinde faiz indirimi, kurdaki hareketlerin iş dünyasına etkileri ile konut ve otomotiv piyasasındaki gelişmelerle ilgili önemli açıklamalar yaptı.

Birçok küçük ve ortak ölçekli şirketlerin ödemelerini ticari kredi kartlarıyla yaptığını belirten Avdagiç, kartlı ödemede alım-satım ve para tahsilatının tamamlandığını, ilave bir tahsilat, takip ve bir süreç gerekmediğini kaydetti.

Şekib Avdagiç, “Kredi kartında hem alıcı hem satıcı açısından efektif bir süreç var. Şirket kredi kartlarının limitlerinin güncellenmesine ve uzun vadeli taksitli kredili sürece ihtiyaç var. Özellikle şirket kredi kartlarıyla ilgili hem limit hem de taksit kısıtlaması geldikten sonra, karşılıksız çek oranlarında artışlar yaşandı. Bu bence, bu konuda en önemli gösterge. Tabi ki şirketlerin mali gücüne, kapasitesi, cirosu, finansal yapısı dikkate alınarak, bu konuda ödeme zincirinin daha sıhhatli çalışması için şirketlerin kredi kartı limitlerinin ve taksitlendirme paketinin tekrar ele alınarak, şu anki durumun geliştirilmesi gerektiğini düşünüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

“Uygun maliyetle reeskont kredileri piyasaya girince, bu ticari krediler üzerindeki baskıyı da azaltacaktır”

Merkez Bankası’nın Eximbank üzerinden ticari bankalar aracılığıyla kullandırdığı reeskont kredilerinin faiz oranlarını düşürmesine ve limitlerini artırmasına değinen Avdagiç, TCMB’nin attığı bu adımın iki yönden çok büyük değeri olduğunu belirtti. Doğrudan reeskont kredilerini kullanan şirketlerin kredi maliyetlerinin çok hissedilir bir şekilde azaldığını kaydeden Avdagiç, şöyle devam etti: “Bu hala yüksek ama çok önemli bir adım atıldı. İkinci konu da, firmalar bu maliyetlerle reeskont kredilerine ulaştıkça, ‘reeskont kredisi mi, ticari kredi mi kullanayım’ arasında çok önemli bir fark olmadığından dolayı, firmalar tercihlerini farklı bir şekilde de kullanabiliyorlardı. Ama şimdi uygun maliyetle reeskont kredileri piyasaya girince, bu ticari krediler üzerindeki baskıyı da azaltacaktır. Ellerindeki kaynağı krediye çevirmek durumunda olan bankalar, buradaki azalan talebe bağlı olarak yeni talep oluşturmak için daha uygun maliyetli ticari kredi paketleri oluşturmak durumunda kalacaklardır. Dolayısıyla TCMB’nin reeskont kredilerinin maliyetini düşürmesi, piyasada kullanılan ticari kredi maliyetlerinin de bir miktar daha makul noktaya gelmesine katkı sağlayacaktır. Yani ‘dual’ bir etkisi var bu işin.”

“Kurun kademeli ve dengeli bir biçimde enflasyonu makro açıdan takip edebiliyor olması lazım”

Avdagiç, döviz kurlarındaki hareketlerin yaşanan enflasyonu makro açıdan takip edebiliyor olması gerektiğini belirterek, “Biz İTO olarak kurla ilgili bir öngörü yapmıyoruz prensip olarak. Rakam telaffuz etmekten ziyade filmi geriye sardığımız zaman şöyle bir resim ortaya çıkıyor. Türkiye’de enflasyonun devam ettiği bir dönemde kur uzun süre bir yatay seyir sürecini devam ettirirse, belli bir süre sonra kurda ani sıçramalar oluyor. Bu da bütün şirketlerin fiyatlama stratejilerini olumsuz etkiliyor. Kurdaki olası ani sıçrama riskine bağlı olarak firmalar, fiyatlama stratejilerini bu riski de ‘cover’ edecek şekilde oluşturuyorlar. Dolayısıyla bu da aslında enflasyon üzerinde de ilave bir rakam oluşturuyor. Bu anlamda kurun yaşanan enflasyon dikkate alarak kademeli ve dengeli bir biçimde enflasyonu tamamen olmasa bile makro açıdan takip edebiliyor olması lazım. Bu yaşandığı zaman insanlar bilecek ki enflasyon X ise her ay, kur her ay 0.7-0.8 X buna paralel olarak değişirse, demek ki biz enflasyona bağlı olarak önümüzdeki dönemle ilgili fiyatlamalarımızı yapabileceğiz, ihracat fiyatlarımızı oluşturabileceğiz, maliyetlerimizi hesaplayabileceğiz. Bu anlamda kurun yurtiçinde yaşanan enflasyonist ortam dikkate alınarak, bir politika ile, döviz kullanan firmaların önüne çıkması en önemli beklentimiz. Aksi halde bir kurun zaman zaman beklentilere uygun bir noktada olmamasından dolayı fiyatlamada ciddi önemli problem yaşanıyor. İkincisi de, tekrar edeyim önemli olduğu için kurun ani sıçrama riski ile ilgili bir beklenti oluştuğu için bu fiyatlama stratejilerini de olumsuz etkiliyor” şeklinde konuştu.

“Paritenin 1.05’in altına inmemesini ümit ediyoruz”

Euro/Dolar paritesinin makul seviyede bulunduğunu belirten Avdagiç, küresel ekonomideki gelişmelerden ötürü şu dönemde doların euro karşısında değerlenmesini beklemediklerini söyledi. Avdagiç, “Bizim buradaki beklentimiz; aslında büyük resme baktığınız zaman, Euro/dolar paritesinde 1.08, 1.1 oranı, makul ve ideal kabul edilebilecek bir oran. Ama tabi bu bizim müdahale edebileceğimiz bir konu değil. Uluslararası konjonktürün oluşturduğu, özellikle son dönemde Avrupa’da Rusya-Ukrayna savaşına da bağlı olarak bir ekonomik gelişme ile baskılanmış bir yapı var. Öbür tarafta Çin’de de yine sıkıntılı bir durum var. Bu dönemde Avrupa Bölgesi, Çin ve ABD diye 3’e ayırırsak ana ekonomik bölgeleri, şu anda burada en öne çıkan bölge ABD. Dolayısıyla oradaki hem ekonomik veriler, buna bağlı olarak Rusya-Ukrayna savaşı ve bunun oluşturduğu yük, Çin’le ilgili yaşanan durumu dikkate aldığımızda, şu anda doların kuvvetlendiğini görüyoruz. Dolar kuvvetlendikçe de kısa vadede Euro’nun çok fazla değer kazanmasını beklememek lazım. Dolayısıyla şu anda en azından ümit edelim ki, 1.05’in altına düşmesin bu oran” dedi.

“İhracatta euronun yoğunluğu azaldı”

Türkiye’nin ihracatında euro ağırlığının son dönemde azaldığı bilgisini veren Avdagiç, dış ticarette parite riskinin düştüğünü dile getirdi. Avdagiç, “Türkiye’nin ihracat kompozisyonuna baktığımızda euronun ağırlığının önceki dönemlere göre azaldığını söyleyebiliriz. İhracatta dolar ağırlığı şu anda yüzde 60’a yaklaşırken, euro yüzde 40’lı seviyelerde bulunuyor. Aslında biz ne zaman ki Afrika’ya, Doğu blokuna, Orta Doğu’ya, Afrika’ya, Uzakdoğu’ya ihracatımızı artırırsak, ki trend biraz o tarafa gidiyor, Euro/dolar paritesinin riskini de azaltmış olacağız” diye konuştu.

“Tasarruf sahiplerinin tasarruflarını koruyabilecekleri ve hatta nemalandırabilecekleri bir yapıyı muhafaza etmeniz lazım”

Uygulanan faiz politikası değerlendirirken ülkedeki enflasyon oranının da dikkate alınması gerektiğinin altını çizen Avdagiç, “Şu anda yüzde 70’ler mertebesinde yaşanan enflasyon olan bir ülkede tasarruf sahibinin de rasyonel bir şekilde tasarrufunu muhafaza edebileceği yolları oluşturmak lazım. Bu konuda yakın zamanda ne oldu; Döviz aldığın zaman döviz yükselmedi, insanlar dövize yatırım yaparak birikimlerini koruyamadılar, bankaya yatırdıkları zaman enflasyonun çok altında bir gelir elde ettiler. Bu sefer bazı sektörlerde olağanüstü bir talep doğuran süreçler yaşandı. Daha makul imkanı olan, hiç piyasanın içinde olmamasına rağmen otomobil almaya başladı. Biraz daha yatırım parası yüksek olan arsa, arazi, konut veya ticari alan almaya başladı. Ve burada rasyonel olmayan bir piyasa oluştu. Mesela otomotivde yılın ilk 9 ayında, hatta ilk 6 ayında dersek yüzde 70’lik bir arz artışı olmasına rağmen, talepte anlamlı olmayan olağanüstü artıştan dolayı bir takım spekülatif fiyatlar oluştu. Arz, otomotiv gibi bir sektörde yüzde 70 artıyor, ama talep öyle çılgınca arttı ki, oradaki denge bozuldu. Dolayısıyla her halükarda ekonomide mutlaka tasarruf sahiplerinin de tasarruflarını koruyabilecekleri ve hatta nemalandırabilecekleri bir yapıyı muhafaza etmeniz lazım. Tabi enflasyonun yüksek olduğu zamanlar da bu iş dünyasının canını acıtıyor. Yapmamız gereken en önemli konuların başında kısa, orta vadede enflasyon rakamını kontrol altına almak. Enflasyonu kontrol altına almaya başladığınız ve piyasada genel olarak bu anlayış gerçekleştiği anda hem faizler, paranın maliyeti, krediye ulaşım bütün bunlarda hızlı bir düzelme ve daha makul noktalara geliş yaşanabilecek. Dolayısıyla bütün bu konuştuğumuz sıkı para politikası, faizlerin seviyesi, kredi maliyeti bütün bunların çözümünün temel argümanını biz enflasyonun çok hızlı bir şekilde aşağı düşmesine bağlıyoruz. Bunu becerebilirsek, yani OVP’deki gibi 2024’te yüzde 33’lerde, 2025’te yüzde 16’lara çekmeyi becerebilirsek, zaten konuştuğumuz bu konular yavaş yavaş gündemden çıkmaya başlayacak” ifadelerini kullandı.

“Şirketler öz kaynaklarını yükseltmeli”

Şirketlerin finansmana erişiminde yüksek maliyetli kredileri kullanmada isteksiz bir hale geldiğini anlatan Avdagiç, “Yakın zamana kadar finansmana ulaşım problemi vardı. Şu anda finansmana ulaşımdan ziyade finansmanın maliyeti konuşulmaya başladı. Yani Merkez Bankası’nın referans faizini artırmaya başlamasından sonra, bankaların kredi arzları arttı. Ama yüksek maliyetli kredileri kullanma konusunda şirketler daha isteksiz bir noktaya geldi. Buna bağlı olarak sermaye piyasasına girişler oldu. Türkiye’deki piyasanın çok önemli bir kısmını KOBİ’ler oluşturuyor. KOBİ’lerin de sermaye piyasalarına açılma şansı çok fazla yok. Daha çok belirli bir çizginin üzerindeki şirketlerin başvurabileceği bir platform. O anlamda bizim de şöyle bir zafiyetimiz var: Küçük, orta hatta büyük şirketlerin hepsinin gelişmiş ülkeler ölçeğinde baktığınız zaman, öz kaynak oranlarının düşük olduğunu görüyorsunuz. Avrupa’da yüzde 50 öz kaynak, yüzde 50 yabancı kaynak gibi çok yerel bir kabul vardır. Türkiye’de öz kaynak oranı daha düşük. Dolayısıyla Türk şirketlerinin yüksek maliyetli dış kaynak kullanımına karşı kendilerini korumaları için, makul bir süre içinde, genel anlamda şirketlerin öz kaynaklarını oransal olarak yükseltmeleri gerekiyor. Bu çok önemli. Çok daha sıhhatli bir hale geleceklerdir” dedi.

“Borsayı oynanan yer değil, ’yatırım’ alanı haline getirmeliyiz”

Borsanın, yatırımcıların kısa vadeli yüksek kazanç sağlamak istediği yer olmaktan çıkarıp uzun vadeli bir yatırım alanına dönüştürülmesi gerektiğini vurgulayan Avdagiç, “Sermaye piyasası hala bizde çok sığ. Yani evet borsada milyonlarla ifade edilen yeni oyuncular var ama bu oyuncuların 2-2.5 milyonu baktığınızda 20-30-50 bin liralar mertebesinde yatırım yapıyorlar. Yani o rakamlara aldanarak o piyasalara çok büyük bir giriş yapıldığını söyleyemeyiz. Evet borsaya bir rağbet var. Bu rağbetin daha büyük bir şirket havuzunda, daha çok fonun içinde olduğu daha uzun vadeli profesyonel yatırımların içinde olduğu bir yapıya dönüşmesi lazım. Biliyorsunuz, gelişmiş Batı ülkelerinde bireyler borsaya giriş-çıkış yapmaktan ziyade, daha çok borsadaki bir takım fonları yöneten şirketlere tasarruflarını yatırırlar. Onlardan kendileri adına maksimum getiri elde etmeye çalışırlar. Biz borsayı, hani bir tabir vardır ya, ‘borsada oynuyor’. Borsayı oynanan yer olmaktan çıkarıp tamamen yatırım yapılan yer haline getirmemiz lazım. Bu konuda önemli adımlar atılıyor. Şirketlerin hızlıca sermaye piyasasına açılmaları konusundaki çalışmalar ümit verici. SPK bu konuda çok etkin bir çalışma yapıyor. Tabi bu konuda hassas bir çalışma yapıyor aynı zamanda ki, SPK’nın yaklaşımını çok doğru buluyoruz. SPK’nın bu konudaki hassasiyeti önemli. Burada şirketlere şöyle bir öz eleştiri yapalım. Şirketlerin de çok hızlı bir şekilde sermaye piyasasına açılacak standartlara göre kendilerini gözden geçirmeleri gerekiyor. Yani oraya müracaat ettikleri zaman, bir takım konulardan geri dönmelerine sebep olmayacak, ilk başvuruda borsaya açılmalarının önünü açabilecek yapıyı hazırlamaları gerekiyor. İş dünyasında bu konuda hızlı bir hareketlenme olduğunu görüyoruz” şeklinde konuştu.

“İkinci el otomobil fiyatlarındaki köpük eriyor”

İTO Başkanı Avdagiç, ikinci el otomobil ve konut fiyatlarındaki gelişmeleri de değerlendirdi. Avdagiç, ikinci el otomobil fiyatlarındaki gerilemeyi, önceki dönemlerde olağanüstü fiyatlamaların etkisiyle oluşan köpüğün erimesi olarak tanımladı.

Avdagiç, “İkinci elde fiyatların geri gelmesi şeklinde bir tabirin doğru olduğunu düşünmüyorum. Son birkaç aylık dönemde oluşan bir köpük vardı, o köpük şu anda kalkıyor. Her zaman için otomotivde bir birinci el fiyatı vardır, ona bağlı olarak onun altında oluşan ikinci el fiyatı vardır. Olağanüstü bir dönem geçirdik, o dönemde bu denge bozuldu. Şimdi denge aslında yeniden yerine oturuyor. Yeni bir şey keşfediyor değiliz. Senelerdir rutin ve normal yürüyen bir piyasaya geri dönüyoruz. Burada düştü kelimesini de ben çok gerçekçi bulmuyorum. Spekülatif bir süreç vardı. O spekülatif süreç şimdi normale dönüyor. Daha evvelde, arzın bu kadar canlı olduğu bir dönemde, siz de tüccar olsanız, otomobil satsanız bu kadar çılgın bir alıcının olduğu piyasada niye taksit yapasınız, niye özel finansman kolaylıkları sağlayasınız. Peşin almaya hazır bu kadar bir kitle varken, ticaretin kuralı yani. İktisat 101; fiyat nedir, arzla talebin kesiştiği yerde oluşur. Dolayısıyla şu anda arzın aynı kaldığı, talebin daha kontrollü bir hale geldiği bir yerde fiyat da daha gerçekçi bir noktada belirlenebilecektir” dedi.

“Avrupa’daki konut konseptlerini ele almalıyız”

Türkiye’de konut arzının yeterli seviyede olmamasından doğan problemlerin çözümü noktasında metrekareye dikkat çeken Avdagiç, “Konut olayı biraz farklı. Konutta Türkiye’de yaşanan evlilik sayılarını dikkate alırsak, buna bağlı olarak üzülerek söylüyoruz artan boşanma sayılarına bağlı çiftlerin birden fazla konut ihtiyacı olduğunu dikkate alırsak, bir de çokça konuşulmayan ama fiilen devrede olan bir konu var. O da yeni yaşam döngüsünde belirli bir yaşın üzerindeki gençler evlenmeden ayrı evlere çıkıyorlar. Bu, 20 sene evvel, 15 sene evvel, bir 30 sene evvel yoktu. Şimdi belirli yaşın üzerindeki gençler de evlenmeden müstakil yaşama başlıyorlar. Dolayısıyla Türkiye’de yıllık 800-850 bin adetlik bir konut talebi var. Bunu karşılayamadığınız anda, hem konut ve özellikle kira fiyatlarının yüksek kalması kaçınılmaz. Bizim bu konuda birkaç konuyu birden ele almamız lazım. Bir tanesi daha makul büyüklükte bir konut üretim sürecini devreye almamız lazım. İlla artık eski tabirle 3+1’ler olmaz. İngiltere’ye, Amerika’ya baktığınız zaman Avrupa’da bu kadar çok 100-120 metrekare genel kullanıma açık evler çok az sayıda. Ortalama evler 65 ile 80 m2 arasında. Bizim bu konuda konut konseptini ele almamız lazım. Daha rasyonel metrekarelerde ve işletimi daha ucuz. Bakıyorsunuz, bazı konutlarda aidatlar çok yüksek hale gelmiş. Çünkü konutlar kurulurken çok yüksek maliyetli bir işletim sistemi kuruluyor. Daha rasyonel, daha ekonomik yapılar süreçler ortaya koymamız lazım. Ama mutlaka insanların tekrar makul büyüklükte konuta erişiminin önünün açılması lazım” diye konuştu.

“Ulaşılabilir konut için arsa payını azaltmalıyız”

Konuta erişimde arsa maliyetlerine dikkat çeken Şekib Avdagiç, Türkiye’de mutlaka konut finansmanının içinde arsa finansmanını çıkaracak adımların atılmasına ihtiyaç olduğunu söyleyerek, “İstanbul’da konut finansmanı için bir kredi verdiğiniz zaman, şehrin çeperlerine çıkmadığınız sürece verdiğiniz kaynağın yüzde 55’i aslında konut finansmanı değil, arsa finansmanı. Dolayısıyla ilginç bir durum var. Siz bir yerde 5 milyon liralık bir daire alıyorsanız, müteahhit orayı yüzde 55 ile almışsa, demek ki verdiğiniz paranın yüzde 55’i arsa payı. Dolayısıyla bizim mutlaka arsa payını yüzde 20’lerin altına çekecek konut projelerini hayata geçirmemiz lazım ki, biz sadece konut maliyetini çok cüzi bir arsa maliyeti ile devreye koyalım. Burada devlet devreye girerek, ilk konut alacakların bu arsa maliyetini de çok uzun bir zamana yayarak, onu da maliyetten ilk aşamada çıkarabilir. Dolayısıyla bizim Türkiye’de mutlaka konut finansmanının içinde arsa finansmanını çıkarmamız lazım ki, gerçekten konutu finanse ediyor olalım. Biz şu anda konutu finanse etmiyoruz. Biz konutu yüzde 40 finanse ediyoruz, yüzde 60 arsayı finanse ediyoruz. Bizim yüksek gelir segmenti bölgesindeki konutları finanse etmek gibi bir politikamız olması gerektiğini düşünmüyorum. Bizim daha makul ulaşılabilir konutlar üretmemiz gerektiğini düşünüyorum. Siz onu ürettiğiniz zaman zaten, o merkezinde kendi içinde dengeleri oluşacaktır” diye belirtti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir